Loading...

Trans Sibirya Ekpresi - Tüm Dünyadan Uzakta

Fotoğraf: Cevahir Buğu Yazı: Zeynep İyigün

Blog Featured Image
Aylar öncesinden planlanmış bir seyahatin ilk adımını atarak İstanbul’dan Rusya’nın en büyük üçüncü şehri Novosibirsk’e uçuyorum. İçimdeki heyecan o anlarda baş gösteriyor. Hep beklediğim, hayalini kurduğum Trans Sibirya Ekspresi’nde 30 saat boyunca 1849 km yol gidecek ve donmuş Baykal Gölü üzerinde yürüyeceğim. Size, yanınızda başka insanlar olsa dahi kendinizle baş başa kalacağınız, zihninizi temizleyeceğiniz, çetrefilli bir iklimde çetin şartlarda zorluklarla nasıl başa çıkacağınızı göreceğiniz bir deneyimden bahsedeceğim.

Şehirle yüzleştiğim anda havadaki sıcaklık değişimi kendini gösteriyor. Rusya’nın o meşhur Sibirya soğuklarını iliklerimde hissediyorum. Evet, artık keskin soğuğa karşı karlar arasında yürümeye hazırım. Yarım saatlik otobüs yolculuğu sonunda kendimi şehrin büyük meydanlarının birinde, Novosibirsk Tren Garı’nın önünde buluyorum. İlk iş önceden ayırttığım biletlerimi almak için istasyona giriyorum. İngilizce bilmenin yeterli olmadığı bir yer burası. Vücut diliyle anlaşmaya çalışmak sanıyorum daha faydalı. (Rusya’ya gitmeden önce aklınızda bulundurmanız gereken en mühim bilgilerden biri de, Rusya’da tam tamına 11 farklı zaman dilimine sahip olması; ülkenin bir ucuyla diğer ucu arasında dokuz saat fark var. Ancak tüm ülke Moskova saatine göre işliyor. Bu sebeple, tren biletlerinizi alırken hem biniş hem de iniş saatlerinizin Moskova’ya göre hesaplandığını unutmayın.)

Bilet işini hallettikten sonra şehri tatmak için birkaç saatim var. Bir şehri gezmenin en güzel yolunun yürümek olduğuna inanırım. Kendinizi şehrin bir parçası gibi hissedebilmek için oranın insanlarıyla bir olmak, aynı yolları arşınlamak gerek. Devasa Lenin heykelinin bulunduğu Lenin Meydanı’na doğru ilerliyorum. Rusya’daki en büyük opera binasının tam önünde Sovyet zamanından beri tüm heybetiyle şehri izliyor. Her Rus şehrinde olduğu gibi burada da Büyük Vatanseverlik Savaşı’nda ülke topraklarını savunan kahramanların heykelleri bulunuyor.

Kuzey güney yönünde uzanan şehrin ana caddesi Krasniy Prospect'in bir yanında bu güneşsiz iklimin ender parklarından biri olan Pervomaisky Skver yer alıyor. Hava her ne kadar soğuk ve karlı olsa da bu parkta soluklanmak isteyeceksiniz. Boy boy yükselen kar kütlelerinin arasında yürümek zihninizi tazelemenize ön ayak olacak.

Merakla Obi Nehri’ne yürüyorum. Metrelerce karın çevrelediği nehir, soğuk soğuk akmaya devam ediyor. Şehrin denizi gibi davranan nehir, beyazın büyüleyici cazibesini yansıtıyor. Güneş kendini inatla gösterse bile, soğukla başa çıkamıyor burada. 3650 km uzunluğuyla Asya’nın en büyük nehirlerinden birinin kenarında karlara bata çıka yürüyor, yürüyorum. Yolun sonunda bir eğlence parkı çıkıyor karşıma; meşhur dizi karakterlerinin buzdan yapılmış heykelleri göz kamaştırıyor. Derken havanın kararmaya başladığını fark ediyor ve saatler sürecek tren yolculuğuna hazırlık yapmak üzere kendimi bir süpermarkete atıyorum.

Yolculuk Başlıyor

Bu hikâyenin başkahramanı tren. Kırmızı rengine bürünmüş ışıl ışıl parlayan tren, üzerinde geçmişin ağırlığını taşıyor. Filmlerden görmeye alışık olduğum Rus kondüktörler resmi üniformalarıyla tren kapılarının önünde yolcuları bekliyor. Ellerinde bavullarıyla genci, yaşlısı, çocuklusu treni doldurmaya başlıyor.

Saatler sürecek yolculuğa gece geç vakitte başladığım ve bütün gün şehri turladığım için yatağımı hazırlıyor ve uyumak istiyorum. Ama öyle bir uykuya geçiş ki, kulağımda trenin sesi, camda soğuk havanın yarattığı buğu ve loş bir ışık… Arada bir uyanıp dışarıyı izliyorum; karlar altında kalmış ülkenin demir yolunu izleyen küçük köylerinden geçiyoruz birer birer. Bazıları gür ormanların ardına saklanıp kendini belli etmiyor, bazısı muhtemelen 100’ü geçmeyecek nüfusuyla tüm dünyadan uzakta bir komün hayatı sürüyor. Tren gecenin peşinden koşmaya devam ederken sohbet sesleri kesilmiyor, yalnızca kısık bir şekilde devam ediyor. Uykusu kaçanlar yolculuğu çay-çekirdek ya da Rus milli içkisi votka eşliğinde manzaranın keyfini çıkararak geçiriyor.

Sabah olduğunda vagonlar arasında arayışa çıkmak ve her vagonun birbirine benzediğini görmek zihinde bambaşka çağrışımlar yaratıyor. Sanki hayat hep buymuş, ama biz dışarıda farklı hedefler peşinde koşarak benliğimizi unutmuşuz. Sanki biz hep burada, her ulustan insanla birlikte yaşıyormuşuz ama bedenlerimiz dünyanın başka yerlerine dağıtılmış gibi… Hepimiz aynıymışız ama suretlerimiz ve dillerimizle ayrıştırılmışız gibi.

İkinci günün şafağında tren Irkutsk’a yanaşıyor ve tüm yolcuların kaçta hangi durakta ineceğini takip eden görevli, yanıma gelerek hatırlatma yapıyor. Yolculuk boyunca saat dilimi değiştirdiğimiz için telefon adapte olmakta zorlanabilir. Bu yüzdendir ki, tren görevlileri bu konuda oldukça hassas ve yardımsever.

Angara Nehri’nin kıyılarına tutunan Irkutsk, Baykal Gölü’ne ulaşmanız için son basamak. Tüm hava koşullarında amansız bir şekilde yolları arşınlayan Buhanka model sevimli 4x4 minibüslerle yaptığımız 6 saatlik yolculuk sonucunda nihai hedefe ulaşıyoruz. Minibüs yaklaşık 5 saati kara üzerinde geçirirken, son bir saate donmuş göl üzerinde devam ediyor. Karadan göle geçiş anını tarif etmek istiyorum size. Bir mola veriyoruz tam gölün kıyısında. Karaya veda etmemiz ve göle merhaba dememizi istedikleri bir mola… Uçsuz bucaksız kavramının ne demek olduğunu artık daha iyi biliyorum. Göl gökle bir olmuş, göz hizamızda kırık beyazdan başka bir renk görünmüyor. Gölün üzerinde arabayla sonsuzluğa doğru gidecek olma hissi hem ürkütüyor hem de heyecanlandırıyor.

Tekrar minibüse doluşuyoruz ve son durağımız Olkhon Adası’na yola çıkıyoruz. Araç cam gibi yüzeyin üzerinde kayarak ilerliyor adeta. Cam gibi; çünkü hiçbir pürüz yok, yalnızca donmuş suyun maviliği ve gündüzleri birkaç derece ısınıp geceleri soğuyan hava sebebiyle oluşan beyaz kırılmalar görünüyor. Bir süre sonra gölün üzerinde de bir trafik akışının olduğunu fark ediyorum. Hiçbir tabela, şerit ya da trafik ışığı olmasa da şoförün takip ettiği bir yol var. Karşıdan gelen araçla aramızda bir kilometreye yakın mesafenin olması da şerit aralıklarının genişliği hakkında ipucu veriyor. Bir an dönüp arabadaki insanlara bakıyorum. Fark ettiğim sessizlik, insanların manzaradan başka bir şeye odaklanmak istemediğinin bir işareti olsa gerek…

Adada

Baykal Gölü’nün en büyük adası Olkhon. Dolayısıyla da yaşamın diğerlerine göre daha yoğun olduğu bir bölge. Tabii yoğunluk dediğim, bin 500’den az nüfusa sahip Khuzir köyü. Sokaklarında dolaşırken birilerine rastlamanın lüks olduğu, küçük pencereli tek katlı, ahşap evlerin toprak yolda nizami bir şekilde dizildiği ufak bir yaşam alanından bahsediyorum. Adanın çok büyük olduğu doğru ama burada başı çeken yerler ağaçlık alanlar, ormanlar, sarp kayalıklar ya da boş araziler.

Sibirya’nın kalbi Baykal ise, Baykal’ın kalbi de Olkhon. Çünkü burası, tarihi ve gizemiyle insanın ruhuna çağrı yapıyor. Asya’nın kutsal mekânlarından biri Şaman Kayası, anlatılanlara göre eski zamanlarda şaman törenleri ve kutsal ayinlere ev sahipliği yapmış. Hâlâ da şaman torunlarının bu geleneği sürdürdüğü söyleniyor.

Şaman Kayası’nın önünde duruyorum; tüm sessizliğin içerisinde rüzgâr adanın gizemlerini kulağıma fısıldıyor. Rüzgârın söylediklerini dinleyerek adımlarımı yavaşça hızlandırıyor ve Şaman Kayası’ndan uzaklaşıyorum, çünkü uzaklaştıkça görkemi artıyor. Ayaklarımın altında uzanan göle bakmak beni dünyanın hâkimi yapıyor. Donuk suyun altında oluşan şekillere anlam vermeye çalışıyorum. Nasıl oluştu tüm bunlar? Katman katman, farklı boyutlarda ve bambaşka şekillerde tarifi zor oluşumlar görüyorum. Bir anda, sessizliğe sert bir cevap geliyor. Biraz önce bahsettiğim o kırılmalardan biri yaşanıyor ve gözümün önündeki zeminde oluşan çatlak başını alıp gidiyor kayaya doğru…

Soğuk üzerinde her ne kadar sıkı bir şekilde giyinmiş olsanız da, enerjinizi yüksek tutabilmek için sıklıkla yemek yemeniz gerekiyor. Göl üzerinde balık tutan bir Rus balıkçının ellerinden yiyeceğiniz öğle yemeği, burada yaşayabileceğiniz en güzel deneyimlerden biri. Ancak bunun için eldivenlerinizi çıkarmak zorundasınız. Yavaş yavaş his kaybı yaşamaya başlayacaksınız, teniniz gerilecek ve elleriniz soğuktan kıpkırmızı olacak. Yiyeceğiniz yemeğin ve iş yemeğe gelene dek izlediklerinizin bu kadar zahmete değeceğine emin olabilirsiniz. Bir de yanınıza termos aldıysanız, buzun üzerinde içeceğiniz sıcacık çay gibisi yok.

Adanın etrafında dolaşmaya başlıyorum sonra. Daha neler göreceğimin merakı kalbimde hissettiğim mutlulukla harmanlanıyor. Bu kadar huzurlu olmuş muydum hayatım boyunca, bilmiyorum… Bu aylarda ada etrafında buzul mağaralarının kendilerini gösterdiklerini duymuştum. İçeri girmeninse bir cesaret işi olduğunu düşünüyordum. Çünkü içeride oluşan sarkıtların ne zaman yerçekimine yenik düşeceği belli olmaz… Ancak o anı yaşamak aşkına kendimi bir mağaranın derinliklerinde buluyorum. Böylesine uçsuz bucaksız bir yerde bir mağaraya sığınmak, dünyada bir birey olarak aslında yalnız; yaptığım tercihlerin de tek sahibinin ben olduğumu gösteriyor. Bu düşünce beni güçlendiriyor ve mağarada etrafımı saran sarkıtların her birinin hayatıma dair bir anıya, kişiye, gelecekte beni bekleyenlere ait olduğunu varsayıyorum.

Geçmişten almam gerekenleri alıp, geleceğe adım atar gibi ayrılıyorum oradan.